Bir Namus Meselesi
Ben feminist bir insanım.
Aralarında duygusal bir bağ olan ama resmiyette bir birlikteliği bulunmayan çiftlerin sevişmesi neden hâlâ “namussuzluk” olarak görülüyor?
Bir çift cinsel bir beraberlik yaşadığında, kadın “bekâretini yitiriyor”, erkek ise hiçbir şey kaybetmiyor.
Kadın, toplum gözünde “fahişe”, “orospu” gibi ağır ve haksız ithamlarla anılıyor; erkek ise çoğu zaman ya kahramanlaştırılıyor ya da hiç yargılanmıyor.
Konudan bağımsız bir şeyden bahsedeceğim: Düğünlerde kadınların beline “bakire” anlamını taşıyan kırmızı bir kurdele bağlanırken, erkeğe niçin bağlanmıyor? Gerdek gecesi neden aile büyükleri kanlı çarşafları gururla gösteriyor? “Kızım evlenene kadar namusunu korudu” anlamında mı gösteriliyor?
Bu, hem adaletsiz hem de oldukça rahatsız edici bir durum.
Toplumun ahlâk anlayışı, çoğu zaman cinsiyetçi temeller üzerine inşa edilmiştir. Kadının bedeni, ailenin ve toplumun “namusu” olarak görülmüş; kontrol altında tutulması gereken bir alan hâline getirilmiştir. Erkeğin arzuları ise doğallaştırılmış, hatta teşvik edilmiştir.
Peki, bu algının psikolojik temeli nedir?
Toplum, “kadın”ı yalnızca anne, eş ya da kız kardeş olarak konumlandırmak istemiştir. Cinselliği özgürce yaşayan bir kadın, bu rollerin dışına çıkar ve mevcut düzeni tehdit eder. Bu da kolektif bilinçte bir korkuya yol açar. Çünkü kontrol edilemeyen kadın, aynı zamanda sorgulayan, itiraz eden ve bağımsız olan kadındır.
Toplum psikolojisi, farklı olanı dışlamaya meyillidir. Kadının özgürlüğü, çoğu zaman “ahlâk bozulması” olarak etiketlenir. Çünkü bu özgürlük, erkek egemen düzenin sınırlarını zorlar. Kadının cinselliğini sahiplenmesi, yalnızca bedenini değil; yaşamını da kendi iradesiyle yönetme iddiasıdır.
Bu yüzden toplum, kadının ilk cinsel deneyimini bir “kayıp” gibi sunar. Oysa bu bir kayıp değil, bir tercihtir. Kadın yalnızca “birine ait olmamayı” seçtiğinde, sistemin gözünde tehlikeli bir bireye dönüşür.
Bu durumu dinen yorumlayacak olursak, ülke çoğunluğunun ve atalarının Müslüman olduğu bir toplumda yaşıyoruz.
Dinen, evli olmayan ama duygusal birlikteliği olan çiftlerin sevişmesi “zina” olarak adlandırılır ve büyük günahlar arasında yer alır.
Dini bir kenara bıraktığımızda gerçek şudur:
Cinsellik, yalnızca evlilikle sınırlanabilecek bir ihtiyaç değildir. Sevgi, rıza, güven ve anlayış temelinde yaşanan bir cinsel birliktelik kimseyi ahlâksız yapmaz.
Ahlâk; bireyin vicdanıyla, değerleriyle ve özgürlüğüyle şekillenir.
Bir kadının yaşamı, bedeni ve kararları, toplumun onayına muhtaç değildir.