Karabaş

Üşüyordu. Koyunları otlatırken Karabaş’ın üşüdüğünü fark ettim. Köpekler, insanın en iyi dostudur. Onunla bir insan gibi konuşmaktan hiç çekinmem. 

“Üşüyor musun, Karabaş?” diye sordum. Her zamanki gibi anlamsızca bana bakıyor, nadiren havlıyordu. Bazen de beni ürpertiyordu. Belirli noktalara odaklanıyor ve kuyruğunu sallıyordu; sanki karşısında birisi var da onu seyrediyordu. Hatta hareketlerini takip ediyormuş gibi… Bu anlarda korkuyordum. Geçen gün, duvarın köşesine sıkıştırılmış gibi çaresizce havlıyor, adeta yardım istiyordu. Beni görünce kendine geldi hayvancağız. 

Karabaş’a, benimle beraber koyun sürüsünü otlattığı için ödül olarak fırından yeni çıkmış bir ekmek verdim. Her zamanki gibi ekmeğini aldığı gibi uzaklaştı. Bunu hep yapıyor. Sanırım yemeğini yalnız başına yemeyi seviyor. Akşam geri geldi. 

Ertesi gün, sürüye sahip çıktığı için ona tavuk eti verdim. Yemeğini aldığı gibi gitti. Bugün eve geç geldi. Normalde saat yedide geliyordu. Tavuğu tüm vermiştim; parçalamak için zaman harcamış olabilir. Fazla düşünmedim. 

Bugün bir inek kestim. Etin bir parçasını Karabaş’a verdim. Artık merak ediyordum. Nereye gidiyordu bu hayvan? O, eti aldığı gibi giderken pencereden onu seyrettim. Ağaçların arasında kayboldu. Her zamanki saatinde geri geldi. Yanıma çağırdım. 

“Nerelerdeydin, Karabaşım?” 

Dili dışarıdaydı ve nefes nefeseydi. Bana bakıyordu. Birkaç saniye sonra şöminenin önüne geçti. 

Bugün de koyunları otlattıktan sonra Karabaş’a bir parça tavuk verdim. Tavuğu kaptığı gibi ağaçların arasına doğru koştu. Büyük bir hızla peşinden gittim. Bir mağaraya yaklaşınca yavaşladı. Çalıların arasına saklandım. Kendi kendime, “Nereye gidiyor bu aptal köpek?” diye düşündüm. 

Karabaş, mağaranın içine girdi. Mağara çok karanlıktı. Görebileceğim bir yere doğru yaklaştım. Karabaş, sanki karşısında birileri varmış gibi tavuğu önlerine koydu ve –saygıdan olduğunu düşünüyorum ki– eğildi. Bir anda içeriden garip sesler gelmeye başladı. Gözlerim buğulandı. Defalarca gözlerimi açıp kapattığımda mağaranın içinde iblisler gördüm. Anlayabildiğim kadarıyla şöyle diyorlardı: 

“Aferin, Karabaş.” 

Oldukça ince ve uzun iblislerdi. Bazılarının birden fazla kafası, kolu ve bacağı vardı. Mutant olduklarını düşündüm. Korkunç iblisler, Karabaş’a verdiğim tavuğu yemeye başladılar. O kadar korktum ki ses çıkarmadan oradan uzaklaşmak istedim, fakat beni fark ettiler. Bütün gücümle kaçtım. 

O akşam Karabaş eve gelmedi. Aradan birkaç gün geçti, hâlâ ortalıkta yoktu. Bir ay sonra koyunları otlatırken uzakta, ağaçların arasında, o gün gördüğüm korkunç iblislerden birini gördüm. Hareketsiz dona kaldım. 

Kulağıma yankılı, ürpertici bir ses fısıldadı: 

“Açlıktan Karabaşı yedik." 

O gece hiç uyuyamadım. Sabahında ise şöminenin önünde bir kaç kemik parçaları ile karşılaştım...